9 Kasım 2015 Pazartesi

Yabancı

Metroyu bekliyorum. Saatin bir hayli geç olmasından dolayı etrafımdaki insan sayısı çok değil. Matematiksel bir açıklama yapmak gerekirse, benimle beraber beş kişiyiz. Oturduğum banktan görüldüğü kadarıyla acelesi olmayan insanlar hepsi...
Önümde iki genç kız ayakta bekliyor. Biri esmer, diğeri ise kumral. Esmer olanın üstünde kahverengi deri bir ceket var. Mavi bir kot ve kısa topuklu ayakkabılar, ona oldukça şık bir hava katmış. Kumral olan ise siyah bir deri ceket giymiş. Siyah pantolonu ile o da azımsanamayacak bir güzellik elde etmiş.
Sağ tarafımdaki bankta yaşlı bir amca oturuyor. Başında gri bir şapka var. Kahverengi bir mont ve keten bir pantolon giyinmiş.
Sol tarafımdaki bankta yaşlı bir teyze oturuyor. Veya abla. Başındaki kırmızı şapka ve üzerindeki beyaz redingot ile oldukça kendinden emin bir havaya girmiş.

Uzun sayılabilecek bir bekleyişin ardından nihayet metro geliyor. Kapılar açılıyor ve teker teker giriyorlar içeriye. En son ben giriyorum. Kumral kızın karşısına oturuyorum. Doksan derecelik bir açıyla yüzüne bakabildiğim için yüz hatlarını daha net görüyorum. Karşı cinse duyduğu ilgiyi inkar etmeyen biri olarak oldukça güzel bir hanımefendi olduğunu söyleyebilirim sanırım. Etkilendim. Fakat beni etkileyen şeyin bu güzellik olduğunu sanmıyorum. Çünkü simasına baktığımda bilinçaltımdaki birtakım fonksiyonlar harekete geçiyor. Sanki çok eskiden beri tanışıyormuşuz gibi bir his doğuyor içimde...

Sanırım aşık oldum. Bunun iyi bir şey olduğunu varsayarsak birtakım hormansal değişiklikler yaşamam normaldir herhalde. Fakat hormanlarımın aktifliğine ayak uyduramayan nöronlarım beni tedirgin ediyor. Bir türlü duygu ve düşünce birliğini sağlayamıyorum. Öyle bir gayem olduğunu da sanmıyorum zaten. Gayesizlik gayesini bir yaşam biçimi haline getirmek, Mr. Meursault olmak gibi bir dileğim de olmadı hiçbir zaman. Fakat böyle bir gayesizlik bile beni Meursaultlaştırmaya yeter. Belki de duygu düşünce birliği değilde düşünce düşünce birliğini sağlayamadığımdandır bütün bunlar...

 Çok çelişkili bir insan olduğum realitesinin beni daha sürreal fikirlere itmesi kadar çelişkili olmayan duygularıma, mantıklı açıklamalar yetiştirme zorunluluğunun benim gibi mantıklı olmayan bir insan için ne kadar da saçma olduğunu düşünüyorum. Bunun beni köleleştiren mi yoksa beni ben yapan bir unsur olduğunu bilememek, "saçma" kelimesini daha da değerli kılıyor gözümde. Saçma olan duygularımızı kıyaslayabileceğimiz bir değişken olmaması da beni "şaşkın" diye sıfatlandıracağınız bir hale sokuyor...

“Tıss” sesi geliyor. Yavaşça ayağa kalkıyor ve sakin adımlarla görüş alanımı terk ediyor. Ben yine her zamanki gibi yoluma devam ediyorum... Her zamanki gibi...