24 Ekim 2017 Salı
Giden Yalnız Bir Andı
Giden yalnız bir andı
Avuçlarda samandı
Zaman oluğa aktı
Güverteler kuraktı
Yokuş hafif dumanlı
Kargalar yerde kanlı
Vakit henüz sulandı
Merdiven çalkalandı
Çalılıklar uyandı
Yağmurlar gökte yandı...
Ve bağrımız ıslandı
Bir kapı aralandı
Karanlık halkalandı
Sessizlik dalgalandı
Sanki insan uslandı
Yahut zihin paslandı...
Giden yalnız bir andı...
27 Haziran 2017 Salı
Mecburiyet ve Giderayak Uyak
Öğrenciyken ben,
Çok seçenekli soruların hayatımı etkilediği yıllarda
Karamsar bir tavırla bakarken buldum kendimi, geleceğe
Mecburdum.
İşte böyle bir vaziyette sevdim seni.
Hiçbir ders kitabı senden bahsetmezken,
Ben uğruna ne mısralar yazdım bir bilsen.
Giderayak uyak.
25 Nisan 2017 Salı
Resim
Birkaç resim ayrıldı
Yağla boya kayrıldı
Fırçadan gümüş rengi
Sırça giymiş bir çengi
Ve güvercin tüfengi
Bitirmek için cengi
Fırtınayla barıştı
Karanlıkla yarıştı
Çok eski bir ahengi
Destan bir pelesengi
Atarak kanadından
Kanadından aktı kan
Lakin dinmedi tufan
Alnından akan bir san
Bataklıkla karıştı
Eski bir yakarıştı
Bir kurbağa bağırdı
Bir adam çok sağırdı
Bağlanarak zamana
Kulağındaki kana
Atlayan bir denizci
Ve de garip bir izci
Boğulmadı dağlarda
Ve ipekten ağlarda
Unutulmuş öğrenci
Sahipsiz bir dilenci
Girdiler bir ormana
Yemyeşil bir harmana
Harmandaki hamakta
Zincirlenmiş ayakta
Nur yüzlü genç bir peri
Suretindeki deri
Altındaki çınarın
Yarım kesik bir narın
Kırmızı sedasını
Çınarın vedasını
Bağırarak toprağa
Anlattı bir orağa
Ekin titredi ama
Bu oynanan son dama
Fakat bitmedi daha
Yanmadı henüz vaha
Ve uçmadı balıklar
Küçük kalabalıklar
Ah ne kadar kaçaklar
Saçaklardaki aklar
Kurşun sesi bir bakır
Saatler takır takır
İşliyor peşin sıra
Kabuğu kıra kıra
Birkaç çivi çakarak
Yaprakları yakarak
Eskimiş demirlerin
Demirden emirlerin
Paslarından bir tarak
Ve bir çekiç batarak
Taşırır denizleri
Ağırtarak dizleri
Su tırmandı ovaya
Boşanarak kovaya
Yelkensiz bir kadırga
Yok oldu dalga dalga
Anlaşıldı o anda
Kül rengi bir samanda
Bataklıktaki handa
Bir senfoni başlamış
Yosunları haşlamış
Sazlıkları bağlamış
Güzel peri ağlamış
Ağlama güzel peri
Dinlemeden seheri
Dokunma uzaklara
Bilinmez tuzaklara
Vakit haraç verilir
Bir pencere serilir
Pencerenin içinde
Terkedilmiş bir inde
Fotoğraflar asılır
Tahtalara basılır
Kaçar artık kurbağa
Peri koşar bir bağa
Bataklık kavrulunca
Rüzgarlar savrulunca
Çınar ihtişamlanır
Bir resim tamamlanır…
2 Mart 2017 Perşembe
Bu Bir Ricadır
Bu bir rüyadır
Binbir hatıradır
Soluksuz bir yarıştaki
Kanatlanmış tavşandır
Bu bir rüzgardır
Ekinleri savuran
Bu bir alevdir
Gönülleri kavuran
Bu bir ırmaktır
Hasreti taşıyan
Bu bir öfkedir
Zamansızca parlayan
Bu bir sükunet
Fırtınanın ardından
Bu bir tablodur
Göğün pak kubbesine
Çehreni oturtturan
Bu bir firardır
Bu bir ricadır...
27 Şubat 2017 Pazartesi
Dünyadaki Son Sınır
Kafam ağır
Bu kalp sağır
Duyamıyorum bağır!
Bu sabahın bağrına
Birkaç söz satır satır
Birkaç damla aşk
Batır
Fırtınaya zemin hazır
Ağaçların dalları
Sallanır haşır haşır
Rüzgarları çağır
Bulutları kayır
Yağmurun şarkısını
Bana dinlemek yaraşır
Söylemek sana kalır
Dünyadaki son sınır
Yüreğimdeki nasırdır...
24 Şubat 2017 Cuma
Kar, Kış, Ankara
Nehir kara ay kara yere düşen kar kara
Bu akşamki manzara bir ressam paletinden
Çıkmış gibi adeta ağlamaklı Ankara
Kaçmak istiyor sanki ruhu karın etinden
Nehir kara ay kara yere düşen kar kara
İhtişamlı manzara seni soktu aklıma
Yangın oldu düşünce erimekte bütün kar
Bir rüzgar konar göçer bütün hayat saklıma
Bulunmalıymış meğer gözleri kapkara yar
İhtişamlı manzara seni soktu aklıma
Hayaller aleminden koşmak senin kapına
Beklemek kara kışta hasretinle yanarken
Bir kıvılcım dokunsa uğuldayan yarına
Bütün varlığın sesi kulağımda donarken
Hayaller aleminden koşmak senin kapına
Alıngan bir akşamda haykırıyorum sana
Yeter beni bağışla! hemen şimdi bu akşam
Ellerine dokunmak söyle günah mı bana?
Yasak olmaz olamaz böyle güzel ihtişam
Alıngan bir akşamda haykırıyorum sana
Lakin seni bulamaz tutamazsam elini
Kanlanmış bir sabaha yavaşça yaklaşırım
Denilmemeli bana tımarhanelik deli
Sadece hasretinden biraz huysuzlaşırım
Lakin seni bulamaz tutamazsam elini
Senin kara bahçenden çaldım kapkara bir gül
Bu gül ebede kadar cepkenimde duracak
Bu halimi görürsen yalvarırım bir kez gül
Gülmediğini sezsem kalbim son kez vuracak
Senin kara bahçenden çaldım kapkara bir gül
Aya karşı uluyan bir kurt bekler uzakta
Yaşlı ağaç dalında bir baykuş öter durur
Bu akşam bulunacak cesedim bir tuzakta
Yokluğumun yasında baykuş ölür dal kurur
Aya karşı uluyan bir kurt bekler uzakta
Ya kar ya kış galiba kurdu böyle ulutan
Ya da içten samimi acıklı bir yakarış
Var mıdır senin gibi onu da bağırttıran?
Varsa gider yoluna bilmez ki yol kaç karış
Ya kar ya kış galiba kurdu böyle ulutan
Günlerin ertesine sarkmadan bulacağım
Destanlardan fışkıran gözündeki ışığı
En güzel şarkılara adını kazacağım
Öldürmediğin zaman bağrımdaki aşığı
Günlerin ertesine sarkmadan bulacağım
Islak bir tebessüme şimşekler çakacağım
Karanlık saçlarından kainatın sonuna
Zamanın ötesinden ardıma bakacağım
Karanlık gözlerinin aydınlık şafağına
Islak bir tebessüme şimşekler çakacağım
Nehir kara ay kara yere düşen kar kara
Bu akşamki manzara bir ressam paletinden
Çıkmış gibi adeta ağlamaklı Ankara
Kaçmak istiyor sanki ruhu karın etinden
Nehir kara ay kara yere düşen kar kara
15 Şubat 2017 Çarşamba
Kibrit Çakmak Sigara Yakar Mı?
"Dayı,
çakmağın var mı?" diye sordum karanlıkta sıralı sarı beyaz kaldırım
taşlarından beyazına oturmuş adama. "Yok!" dedi.
"Kullanmıyorum." "Çakmağı mı yoksa sigarayı mı?" diye
sordum bu sefer. Dayı elini sıradaki sarı kaldırım taşına koydu, bu otur demekti,
oturdum."Paketi çıkart!" dedi, çıkarttım. Bir dal aldı, ben de bir
dal aldım. Cebinden bir paket kibrit çıkarttı, çaktı, sigaraları yaktı. Ve
dumanı suratıma üfürdü. Ben sigaramdan nefes çekerken dayının ne kastettiğini
anlamıştım.
14 Şubat 2017 Salı
Sen
Bir gökdelenin tepesinden umutsuz bir şekilde aşağıya bakarken ve altımdaki manzara beni tam içerisine çekecekken melek yüzün karşımda belirir. En dehşetli anlarımı içtenlikle dindirirsin. Yüzün bu dünyadaki en muazzam tablodur...
O tabloyu görür görmez bütün dünyayı unuturum bir an önce sokağa iner diğer insanlara bakarım. Baktığım her insanda senden bir parça görürüm. Ama bu parçaları birleştiremem. Tam herşeyden umudu kesmişken yine karşımda belirirsin. Gözlerine bakıp kaybolurum. Dalgaların denize yansıyan dolunayı kaybettiği gibi. Sonra o dalga dindiğinde tekrar kendime gelirim. Ve sonra tekrar kaybolurum. Sonra ayağı kalkıp sana doğru koşarım. Ne kadar koşarsam koşayım bir türlü yaklaşamam sana. Yorulurum...
Hemde çok yorulurum...
O tabloyu görür görmez bütün dünyayı unuturum bir an önce sokağa iner diğer insanlara bakarım. Baktığım her insanda senden bir parça görürüm. Ama bu parçaları birleştiremem. Tam herşeyden umudu kesmişken yine karşımda belirirsin. Gözlerine bakıp kaybolurum. Dalgaların denize yansıyan dolunayı kaybettiği gibi. Sonra o dalga dindiğinde tekrar kendime gelirim. Ve sonra tekrar kaybolurum. Sonra ayağı kalkıp sana doğru koşarım. Ne kadar koşarsam koşayım bir türlü yaklaşamam sana. Yorulurum...
Hemde çok yorulurum...
13 Şubat 2017 Pazartesi
İlahi
Senin neşenle huzur bulan ruhum sanki sonsuz bir sürüklenişin en mesut yolcusu. Sonsuz sürüklenişime karşı umutla baktırırsın beni.
Ben nehirde sürüklenirken beni çekip çıkarırsın. Önce karaya çıkarırsın, sonra da göğe ve daha sonra ise götürürsün beni gezegenlere. Teker teker sonsuz tane gezegene...
Varlığınla aydınlanan her gecede erişirim kendime. Çünkü kendime ulaşmak için bulmalıyım önce ben beni. Benim kendim senin aydınlığındır.
Şu kainattaki en ücra köşede olsan bile zamandan ve mekandan soyutlanmış yakınlığın içimdeki bütün fırtınaları dindirir. Ruhum sükuta erer. Ve bu sükut evrendeki bütün seslerden daha anlamlıdır.
Senin o yemyeşil ve ıslak bir bahar sabahını andıran sesin bütün melodilerin efendisidir. Gökteki kara bulutlar senin sesini duyduklarında hemen güneşe teslim olurlar. Bu teslimiyet bütün yaşamın bir portresidir...
Bu evren seninle güzeldir...
Senin o yemyeşil ve ıslak bir bahar sabahını andıran sesin bütün melodilerin efendisidir. Gökteki kara bulutlar senin sesini duyduklarında hemen güneşe teslim olurlar. Bu teslimiyet bütün yaşamın bir portresidir...
Bu evren seninle güzeldir...
3 Şubat 2017 Cuma
Yakarış
Islak bir beyazlık gökten tane tane boşalıyor yeryüzüne. Kurtlar uluyor yakınlarda. Yakın, o kadar yakın ki ormanda yürüyen yapayalnız adama...
Mesafe yakın
Zaman yakın
Öfke yakın
Hasret yakın
Ya yapayalnız adam yakın
Ya yapayalnız adamı yakın
Ya da yapayalnız adam, yakın!
1 Şubat 2017 Çarşamba
Bir Türkücünün Müzik Serüveni
Müezzindim
ben çocukken. Müziğe çok genç yaşta başladım demeden önce bunu söylemek
istedim. Geçen yaz Kuran’a geçmeme rağmen tekrardan elif badan başladığım bir
yazdı. Köyün imamı bana şu ana kadar kamet etmeyi, namaz kılmayı ve dua okumayı
öğretmişti. Ve elbette Allah’ın birliğini, 32 Farzı, yaşamı, ölümü ve buna
benzer birçok şeyi. Bu sene ezan okumayı öğretecekti. Birkaç kere okuttu bana
caminin içinde. Çok heyecanlıydım. Minareden okumam imkânsızdı benim için.
Yapamazdım. Bu kadar kalabalık bir şehre karşı okumak zordu yani. ‘’Çalış!’’ dedi bana imam ‘’Sonra minareden
okuyacaksın!’’ Daha bir heyecanlandım bu tekliften sonra. Sanırım bundan
sonraki hayatımda bir daha, ilk konser teklifimi aldığımda bu kadar heyecanlanacaktım. Tabi o zamanlar ben 10 yaşında var mıyım yok
muyum hatırlamıyorum o kadar küçüğüm işte.
Bir
gün tuvalette ezan okumaya başladım. Neden orayı tercih ettiğimi hatırlamıyorum
ama sanırım; hem yeteri kadar sessizdi hem de sesimin daha tok çıktığı tek
yerdi. Birkaç gün böyle çalıştım ama sonra günah dediler. Ezan okunmaz dediler tuvalette. Bilmiyordum
günah olduğunu ondan sonra okumadım bir daha. Ama alışkanlık haline gelmişti
artık bu bırakamadım bir anda. Sonra bir gün şarkı söylemeye başladım ezan
okumamak için. Kimse bir şey demedi, günah diyen de çıkmadı. Ben de şarkı söylemeye devam ettim. İşte
müziğe böyle başladım; daha sonraları belediyenin tuvaletinde paspas yaparken
şarkı söylemeye devam ettim. Orada çalışırken hep şöyle düşünmeye çalışırdım:
İnsanlar tuvalete sırf beni dinlemek için geliyor ve bunun için para
veriyorlar. Ve ben iddia ediyorum bu küçük büyük ilişkisi benden sonra peyda
oldu. İçeride ne kadar kalırsan yani türkücümüzü ne kadar dinlersen o kadar
ücret veriyordun. Bir gün belediye başkanı tuvalete geldi ve ondan sonra
belediyenin düğün salonunda söylemeye başladım işte. Orada beni ilk minareye
çıkma teklifinden sonra ilk kez bu kadar heyecanlandıran ilk konser teklifimi
aldım. Artık tanınan bir türkücüydüm.
Benim
adım Mümin, Mümin Paspasses. Belki de size anlattığım müzik serüvenime
inanmayacaksınız, hatta benim var olmadığımı felan düşüneceksiniz. Belki de bu
konuda haklısınızdır çünkü ben sadece sesimi duyabilenlere müzik yapıyorum
artık. Yani var olabilmem sizin elinizde. Eğer ki kulağınızın pasını silmek
isterseniz beni hayal edin. İşte ben o vakit paspasımla yanınızda olacağım.
Paspasım ve müziğimle…
15 Ocak 2017 Pazar
Bir Kadını Öldürmek
Gezegenin
herhangi bir mevkiinde bulunan bir binanın dördüncü katındaki pencereden bir
çocuk sokağı bekliyordu. Sağ bileğindeki üç kol saati ve sol bileğindeki tek kol
saati dışında herhangi belirgin bir özelliği yoktu. Henüz ne bir ismi vardı, ne
saçı uzundu, ne de saçlarının uzun olmasıyla tanınmış Rapunzel isminde bir kız
çocuğuydu. Toplumda bir yeri yoktu, gezegen hiçbir zaman umrunda olmamıştı. Yalnızca
burada olmak ve bulutları yağmura niyetli bu sokağı beklemek istiyordu. Gezegenin,
silahın meşru olduğu bir mevkiinde bulunan günahkâr bir binanın dördüncü
katındaki camı çatlak pencerede, az sonra karşı kaldırımdan geçecek birini
bekliyordu. Bekliyordu çünkü bu anı daha önce yaşamıştı. Yalnız bu sefer daha
bir heyecanlıydı.
Yağmur başlayacak, yağan yağmur pencerenin
çatlak camına vurarak kendini hissettirecek, bir süre sonra o iki arkadaşıyla
şemsiyeli bir vaziyette gelecek ve karşı kaldırımdaki telefoncunun önüne
şemsiyesini kapatıp koyduktan sonra arkadaşlarıyla birlikte telefoncuya
girecekti. Az sonra telefoncudan çıkacak, şemsiyeyi telefoncunun önünden
alacak, silkeledikten sonra iki arkadaşını da altına alacak şekilde şemsiyeyi
açacak ve gözden kaybolana dek sokak boyunca aşağı yürümeye başlayacaktı.
13.09
Kendisini, gezegenin uç bir mevkiinde
bulunan yan yana, bitişik binalardan günahkâr olanının dördüncü katındaki
pencerenin çatlak camına vurarak hissettiren yağmur yağmaya başladı.
13.10
Şemsiyeli Üç Kız Çocuğu, gezegenin en
gürültülü mevkiinde bulunan beş katlı bir binanın dördüncü katındaki camı çatlak
bir pencereden beklenebilecek yağmurlu sokağa girdiler. Aşağı doğru biraz
yürüdükten sonra karşı kaldırımdaki telefoncunun önünde durdular. İçlerinden biri
şemsiyeyi kapatıp telefoncunun önüne koyduktan sonra diğer ikisiyle birlikte
içeri girdi.
13.12
Şemsiyesiz Üç Kız Çocuğu, telefoncudan
çıktı. Daha önce de içlerinden biri olarak nitelendirilmiş olan, karşı
kaldırımda bulunan telefoncunun önündeki şemsiyeyi yerden aldı, silkeledi ve
iki arkadaşını da altına alacak şekilde açtı. Artık sokak boyunca aşağı
yürümemek için hiçbir sebepleri yoktu. Yürümeye başladılar.
13.13
Yağmur durdu. Yağmur damlaları havada
asılı kaldı. Şemsiyeli Yürüyen Üç Kız Çocuğu karşı kaldırımdaki telefoncunun
bir tükürük mesafesi aşağısında asılı kaldılar. Saniye ibresi artık bu sokak
için işlemiyordu. Biri hariç, herkes asılı kalmıştı. Gezegenin herhangi bir
coğrafyasında bulunan betonarme bir binanın pencere camı çatlak dördüncü
katından sokağı bekleyen çocuk, sol eliyle sağ bileğindeki üç kol saatinden diğer
ikisini ileri aldı. 13.14,13.15,13.16,13.17; 13.14,13.15,13.16,13.17. İkisinin
zamanını denk düşürdü. Bu hareketle birlikte telefoncunun bir tükürük mesafesi
aşağısındaki Şemsiyeli Asılı Üç Kız Çocuğundan diğer ikisi hızlı adımlarla
sokak boyu aşağı yürümeye devam etti. Geriye yalnız, Şemsiyeli Asılı Kız Çocuğu
kaldı. Çocuk, ani bir hareketle camı çatlak pencereyi açtı ve kendini binanın
dördüncü katından aşağı bıraktı. Havada asılı kalan yağmur damlaları arasından
uçan mavi bir kapak gibi süzülerek geçti ve karşı kaldırımdaki telefoncunun bir
tükürük mesafesi aşağısındaki Asılı Yalnız Şemsiyeli Kız Çocuğunun önüne kondu.
Şemsiyesini elinden aldı, kapadı ve bir tükürük mesafesi yukarısında kalan
telefoncunun önüne koydu. Geri döndü ve Yalnız Şemsiyesiz Asılı Kız Çocuğunun
önünde durdu:
-Korkuyor
musun? diye sordu.
-Yoo…
Yoo. Sadece biraz heyecanlıyım. sol elini ağzına siper etti, sesini ona
benzeterek ve onun böyle söylediğini hayal ederek cevapladı kendisini.
-Neden
ki? diye sordu bu sefer.
-Yanımda
sen varsın! diye cevapladı tekrardan sol elini ağzına siper ederek, onun böyle
söylediğini hayal ederek ve sesini ona benzeterek.
Tebessüm etti. Sol eliyle az önce
zamanlarını ileri aldığı kol saatlerinin haricindeki kol saatinin zamanını geri
aldı: 13.12,13.11. Bu hareketle birlikte Şemsiyesiz Asılı Yalnız Kız Çocuğu
yavaş adımlarla gerisin geri yürüdü ve onlara bir tükürük mesafesinde bulunan
telefoncuya girdi. Bunu yaparken adeta makineleşmek isteyen birini andırıyordu.
Çocuk, tekrardan gezegenin herhangi bir karşı kaldırımının beklenebildiği
boyasız sıvalı binanın lanetli dördüncü katındaki camı çatlak pencereye çıktı. İçeri
girdikten sonra pencereyi kapattı. Sağ eliyle, sol bileğindeki kol saatini
ayarladı: 13.12,13.11. Derin bir nefes çekti içine ve camı çatlak pencereye
doğru üfürdü. Camı çatlak pencerenin çatlaklığı kayboldu ve camda buhar oluştu.
Çocuk, bileklerindeki kol saatlerine baktı; 13.17’yi gösteren kol saatlerinin
saniye ibreleri durmuş, 13.11’i gösteren kol saatlerinin saniye ibreleri ise
hareket etmeye başlamıştı. Çocuk, camdaki buharı sağ eliyle sildi, dışarı baktı
ve koşmaya başladı. Merdivenleri üçer beşer iniyordu. Düşmekten korkmuyordu. Sonunda
binadan dışarı çıktı. Yağmur yağıyordu.
13.12
Yalnız Şemsiyesiz Kız Çocuğu karşı
kaldırımdaki telefoncudan çıktı, telefoncunun önündeki şemsiyeyi aldı,
silkeledi ve şemsiyeli bir vaziyette sokak boyu aşağı yürümeye başladı. Çocuk da
karşı kaldırımdan ona paralel bir vaziyette sokak boyu aşağı yürümeye başladı.
13.13
Yalnız Şemsiyeli Kız Çocuğu karşı
kaldırımdaki telefoncunun bir tükürük mesafesi aşağısında aniden durdu. Yüzünü kendisine
paralel yürüyen Çocuktan yana çevirdi: ‘’Muhteşem!’’ dedi ve ona doğru yürümeye
başladı. Bunu duyan ve Kız Çocuğunun kendisinden yana yürüdüğünü gören
Muhteşem, evet ismi buydu: ‘’Harika!’’ dedi ve ona doğru yürümeye başladı. İkisinin
de yüzüne anlamsız bir tebessüm yerleşmişti. Harika elindeki şemsiyeyi yere
bıraktı. Muhteşem sağ elini pantolonunun arka cebine koyma gereksinimi duydu.
Sonra ikisi sokağın ortasında ellerini birleştirdiler. Muhteşem bir şey demeye
niyetlendi: Korkuy… Tam o esnada, bu mükemmel zaman dilimi içerisinde bir silah
sesi duyuldu. Bir cam patladı. Harika, Muhteşem’in elleri arasından yavaşça
koptu ve şemsiyesinin yanına uzandı. Sonra bir silah sesi daha duyuldu. Şemsiye
hareket etti. Muhteşem’in yüzündeki tebessüm kayboldu ve dizleri üstüne Harika’nın
yanına çöktü: ‘’Harika ne oldu? Harika!’’ Bu arada yere düşen cam parçalarının
sesi duyuldu. Harika’nın göğüs kafesinden sızan kan sokak boyu aşağı doğru
akıyordu. Harika’nın yüzündeki tebessüm yerini tuhaf bir ifadeye bıraktı.
Muhteşem, Harika’nın ellerini tutarak: ‘’Korkma! Korkuyor musun? Korkma!’’ diye
sordu. Harika: ‘’ Yoo... Yoo. Sadece biraz heyecanlıyım!’’ diye cevapladı. ’’Neden
ki?’’ ‘’Çünkü… Çünkü yanımda sen varsın!’’ Harika kan tükürdü ve yüzünde tuhaf
bir ifade bırakarak gözlerini kapattı.
13.17
Yağmur damlaları havada asılı kaldı. Muhteşem
kol saatlerine baktı, hepsi 13.17’yi gösteriyordu. Bir anda kol saatlerinin
saniye ibresi saat yönünün tersine doğru dönmeye başladı. Sokak boyu aşağı
doğru akan kan Harika’nın göğüs kafesine geri çekilmeye başladı. Yere düşen cam
parçaları dördüncü kattaki pencereye çatlak diye nitelendirilebilecek vaziyette
geri örüldü. Şemsiye hafiften hareketlendi. Yeryüzüne yağan yağmur bulutlarına
çekildi. Harika, yanı başında çömelmiş olan Muhteşem’in ellerinden koparak
doğruldu ve şemsiyesini yerden alarak gerisin geri yürüdü ve telefoncuya girdi.
Telefoncuya girmeden önce şemsiyeyi kapatıp telefoncunun önüne bıraktı. Bir süre
sonra sokağın başından sokağa gökyüzünden yeryüzüne uzanan devasa bir saniye
ibresi girdi. Saniye ibresi bütün sokağı harabeye çevirdi ve sokağın aşağısından
sokaktan çıktı. Muhteşem, bileklerindeki kol saatlerine baktı, sol bileğindeki
kol saatinin camı çatlamıştı. Sağ bileğindeki kol saatlerinin ise saniye
ibreleri asılı kalmıştı, hafiften titriyordu. Diğer iki kız bu arada hiçbir şey
olmamış gibi harabeye dönen sokak boyu gerisin geri hızlıca çıktı, sokakla
birlikte harabeye dönen karşı kaldırımdaki telefoncuya girdiler. Bir patlama
sesi duyuldu. Sağ bileğindeki kol saatlerinin içinden biri patlamıştı. Sonra bir
patlama sesi daha duyuldu. Sağ bileğindeki diğer iki kol saati de patlamıştı.
İşte o anda karşı kaldırımdaki telefoncudan çevreye yayılan ışık sokağı boydan
boya aydınlattı. Etrafı kör etti.
Muhteşem, gezegenin herhangi bir mevkiinde
bulunan eski bir binanın dördüncü katındaki çatlak camı bantlı pencerenin
önünde kendini sokağı bekler vaziyette buldu. Sokak eski haline geri dönmüştü,
karşı kaldırımdaki telefoncu sapasağlamdı. Muhteşem’in telefonu çalmaya başladı.
Sağ elindeki silahı pantolonunun arka cebine koydu. Sol eliyle telefonunu
cebinden çıkardı, açtı: ‘’Evet?’’ Bir süre telefondan hırıltılı nefes alıp
verme sesleri geldi. Muhteşem: ‘’Darth Vader?’’ dedi fısıldayarak. ‘’Korkuyor
musun?’’ diye sordu telefondaki ciddi ses. ‘’Yoo… Yoo. Sadece biraz
heyecanlıyım!’’ dedi Muhteşem sesi titreyerek. ‘’Neden ki?’’ diye sordu bu
sefer daha samimi bir şekilde ciddi ses. ‘’Çünkü… Çünkü ilk defa bir kadını
öldüreceğim.’’ dedi bu sefer sesi titremeden Muhteşem.
2 Ocak 2017 Pazartesi
Siyah Kadın
Simsiyah bir gece
Gecenin benliğinde
Geceden daha siyah
Bir kadın...
Simsiyah bir gece
Gökyüzünde dolunay
Gecenin benliğinde
Dünyamızın eşiğinde
Zamanımız beşiğinde
Geceden daha siyah
Ve gökteki aydan daha parlak
Bir kadın var ayakta
Siyah kışın ortasında
Meydan okuyor soğuğa
Üstündeki bluzla
Ayın ardından
Koşuyor ufuklara
Varmak için sonsuzluğa
Koşuyor söyleyerek
Nazlı bir bestenin
Paslanmış güftesini
Dinlemek onu çok güzel
Ama bu kadar dinlemek yeter
Doldurdu gönlüme yine keder...
Ey siyah kader
Ey siyah kış
Ey siyah gece
Ey siyah kadın!
Dönüp de güneşe bir bakın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)